Telefon
Telegram
WhatsApp
İnstagram

Cinsel Saldırı Suçu

Hukuk alanındaki önemli makale, rapor ve bültenlere bu sayfadan ulaşabilirsiniz. Güncel yasal gelişmeleri ve uzman analizlerini inceleyin.

Cinsel Saldırı Suçu

Cinsel Saldırı Suçu

14 Görüntüleme 28 Ocak 2025, 17:07

Cinsel Saldırı Suçu (TCK m.102)

Türk Ceza Kanunu’nun 102.maddesi; “(1) Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.

(3) Suçun;

a) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

b) Kamu görevinin, vesayet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

c) Üçüncü derece dâhil kan veya kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı ya da üvey baba, üvey ana, üvey kardeş, evlat edinen veya evlatlık tarafından,

d) Silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte,

e) İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle, işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.

(4) Cinsel saldırı için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.

(5) Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü hâlinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” Hükmünü havidir.

Cinsel saldırı madde metninde belirtildiği üzere; faili ve mağduru açısından özellik arz etmeyip herkesin fail ve mağdur olabildiği, failin cinsel duygularını tatmin etme amacı taşıyarak gerçekleştirdiği fiillerin mağdurun rızası olmaksızın vücuduna temas etmek suretiyle ortaya çıkan, cinsel dokunulmazlığın ihlali niteliğindeki fiillerdir.

Kanun koyucu madde metninde her ne kadar mağdurun yaşı hakkında herhangi bir düzenlemeye yer vermemişse de, öğretide belirtildiği ve Yargıtay kararlarından da görüldüğü üzere bu suçun mağduru 18 yaşında ve bu yaştan büyük olan kişilerdir.

Madde metninde yer alan “ihlal eden” ifadesi, suç teşkil eden fiilin ancak mağdurun rızası bulunmaksızın gerçekleştirilmesi halinde bu suçun sübut bulacağını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda cinsel saldırı suçunda rızanın varlığı, TCK m. 26/2 hükmü uyarınca işlenen fiili hukuka uygun hale getirmekte, fiilin suç teşkil etmesini engellemektedir.

Cinsel saldırı suçunda rızanın türü, yani hukuka uygunluk nedeni mi olduğu yoksa tipikliğe ait bir unsur mu olduğu öğretide oldukça tartışmalı bir konudur. Öğretide yer alan bir görüşe göre; TCK m. 102’de suçun temel şekli bakımından eylemin mağdurun rızası dışında gerçekleştirilmesi arandığından rızanın tipikliğe ait bir unsur olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu sebeple failin eylemini icra ederken mağdurun rızasının olup olmadığını bilmesi gerekmekte olup, fail mağdurun ilgili fiile rızasının olduğunu zannederek fiili gerçekleştirmesi halinde hata hükümlerinden yararlanması ve ceza almaması gerekmektedir.

Yargıtay 14. Ceza Dairesi 2021 tarihinde önüne gelen bir olayda; cinsel saldırı suçunda ilgilinin rızasının tipikliğin bir unsuru olduğunun kabulü ile, tipikliği ortadan kaldıran bir rızanın bulunmadığı durumlarda fiilin suç teşkil etmeyeceğini şu şekilde hükme bağlamıştır:

“Buna göre, ilgilinin rızası, bir fiilin cinsel saldırı olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği noktasında belirleyici bir özelliğe sahiptir. Fiili şekillendiren bir özellik taşıdığından, ilgilinin rızası tipik bir cinsel saldırının varlığından bahsedilmesi için bulunmaması gereken (tipikliğin olumsuz unsuru) bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır (tipikliği kaldıran rıza). Tipikliği kaldıran bir rızanın bulunması halinde fiil suç teşkil etmeyecektir. Tipikliği kaldıran rızanın fiili tüm hukuk düzeni bakımından hukuka uygun hale getirip getirmediği ayrı bir konudur. Fiil tipe uygun olmadığı için, böyle bir fiilin hukuka uygun olup olmadığı ile ceza hukuku ilgilenmeyecektir.” (Yargıtay 14.C.D., T 05.04.2021, E 2021/801, K 2021/2718. Aynı yönde bkz.; Yargıtay 14.C.D., T 11.03.2020, E 2019/6937, K 2020/1941; Yargıtay 19.C.D., T 08.05.2023, E 2022/10296, K 2023/2873.)

Mağdurda aranan bu rızanın geçerlilik şartlarını taşıması halinde hukuken kabul göreceğini belirtmek gerekir. Ek olarak rızanın fiilin gerçekleşme anında alındığı ancak sonradan ortadan kalktığı hallere de değinme gerekliliği hasıl olmaktadır. Bu gibi durumlarda rızanın sona erdiği andan itibaren gerçekleşen fiiller suç teşkil edecek; başlangıçta verilen rızanın geçerliliği sınırlandırılacaktır.

Rızanın geçerlilik şartlarından olan, rızanın kişinin özgür iradesi ile, herhangi bir tehdit, korkutma, hile vs. gibi etki unsuru olmaksızın verilmesi gerekliliği her somut olayda ayrıca değerlendirilmelidir. Öyle ki; fiziksel ya da psikolojik zorlamanın var olduğu durumlarda mağdurun rızası bakımından geçersizlik söz konusu olacaktır.

Bu hususun yanı sıra, önemle eklemek gerekir ki; mağdurun rızası üzerinde herhangi bir zorlamanın söz konusu olmadığı, örneğin mağdurun sessiz kaldığı ya da fiile karşı koymadığı bazı hallerde; rızanın üzerine salt olarak baskı olmadığından bahisle mağdurun ilgili fiile rıza gösterdiğini söylemek mümkün olmayabilmektedir. Bu nedenle de her somut olay için ayrı değerlendirme yapılması yerinde olacaktır. Öyle ki, bu husus öğretide de birçok yazar tarafından tartışılmış olup halen bir görüş birliğine varılamamıştır. Öğretideki bir görüş, yukarıda tarafımca da izah edildiği üzere mağdurun susmasını ya da direnç göstermemesini rızanın varlığı için yeterli görmemiş; psikolojide kurban suskunluğu olarak da bilinen ruh hali içerisinde olarak mağdurun karşılaştığı saldırının etkisiyle şoka girebileceğini, direnç gösteremeyeceğini ve hatta istenileni yapma eğiliminde dahi olabileceğini belirterek, somut olayda detaylıca inceleme yapılması gerektiğini savunmaktadır. Öğretideki bir diğer görüş ise; mağdurun rızasının kabulü bakımından direnç göstermenin zorunlu olduğunu, dahası mağdur sözlü olarak istemediğini belirtse dahi eğer fiile karşı direnç uygulamıyorsa rızasının geçerli olmayacağını savunmaktadır.

Öğretide mağdurun rızasının geçerliliği ile ilgili tartışmaya sebebiyet veren bir diğer husus ise; evlenme vaadinin rızanın geçerliliğini etkileyip etkilemediğidir. Öğretide az sayıda yazarın savunduğu bir görüşe göre; evlenme vaadinde bulunulması ancak bu vaadin gerçekleştirilmemesi halinde mağdur hileli davranışlar ile kandırılmış olacağından rızası geçerli değildir. Yargıtay ise bu konuda; salt olarak evlenme vaadinin bulunmasının rızayı geçerli hale getirmeyeceğini belirtmekle birlikte, eğer bu vaat mağdurun eyleme karşı koyma güç ve iradesini ortadan kaldırabilecek nitelikte sayılabilecek ağırlıkta ise rızanın geçerli kabul edilmesi gerektiği kanaatindedir. Ancak öğretide savunulan ve Mahmut Koca’nın da katıldığı diğer bir görüşe göre ise; evlenme vaadi ile verilen rıza, ağırlığı ve yoğunluğu her ne olursa olsun geçerli bir rıza kapsamında sayılamaz.

Mağdurun suça konu fiile karşı rıza gösterip göstermediği ya da gösterdiği rızanın geçerli olup olmadığı hususunda düşülecek şüphe durumunda, ceza hukukun en temel prensiplerinden biri olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi devreye girecek ve olay, ilkenin adından da anlaşılacağı üzere sanık yararına değerlendirilerek mağdurun ilgili fiile ilişkin verdiği rızasını geçerli kabul edecektir. Öyle ki Yargıtay da karşısında gelen bir olayda; gerek salt evlenme vaadinin bulunmasının rızayı geçersiz kılmayacağını, geçersiz kılınması için mağdurun eylemlere karşı koyma güç ve iradesini bertaraf etme ağırlığında ve yoğunluğunda bir hilenin bulunması gerektiği ve rızanın bulunup bulunmadığı durumlarda düşülecek şüpheden, sanığın yararlanması gerektiğini belirterek şu şekilde hüküm kurmuştur:

“…Olayın ortaya çıkmasından öncesi ve sonrasında suça sürüklenen çocukla mağdure arasında . isimli internet sitesi aracılığıyla gerçekleşen yazışmaların içeriği dikkate alındığında, mağdurenin sanıkla yaşadığı ilişkiye rızasının bulunmadığına dair bir görüşmeye rastlanılmaması, tanıklar ..., ., ... ... ve .’in suça sürüklenen çocuğun mağdureyi zorla alıkoyduğuna ve cinsel istismarda bulunduğuna dair bir görgü ve duyumlarının bulunmadığını ifade etmeleri, evlenme vaadinin tek başına mağdurenin cinsel eylemlere karşı koyma gücünü bertaraf edecek ve iradesini ortadan kaldıracak mahiyette bir hile olarak da değerlendirilmemesi, aşamalarda mağdureyle rızasına aykırı olarak cinsel ilişkiye girmediğini belirten suça sürüklenen çocuğun savunmasının aksine bir delil bulunmaması hususları bir bütün olarak değerlendirildiğinde; suça sürüklenen çocuğun mağdureyle zora dayalı olarak cinsel ilişki gerçekleştirdiği iddiasının şüphede kalması, bu şüphenin de yasal olarak suça sürüklenen çocuk lehine değerlendirilmesinin gerekmesi nedenleriyle suça sürüklenen çocuğun eylemlerinin reşit olmayanla cinsel ilişki suçunu oluşturduğunun ve mağdurenin hukuken üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakka ilişkin rızası olduğundan suça sürüklenen çocuğa atılı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun unsurları itibarıyla oluşmadığının kabulü gerekmektedir.” (YCGK, T 01.02.2023, E 2020/309, K 2023/56.)